13 Eylül 2012 Perşembe

Galiba

Galiba, sadece bilmek, yada yöntemini bulmak, güçlü olduğuna kendini inandırmak, sonsuz mutluluk arayışının sadece masallarda kalması gerekliliği ve hayatın sürekliliği içinde kusurlu, hatalı, eksik, hüzünlü, korkulu, güvensiz... Kısaca “olumsuz” olarak taşıdığımız yanlarımızın da bizim olduğunu, belkide bazılarını sadece kabullenmemiz gerektiğini mi anlamalıyız acaba? Acaba zaten olmak istediğimiz insanın içimizdeki sesi, hayatımızın akışında yapmak zorunda olduklarımıza kızgınlığı, her yenilgiyi kabullenişimizi yada her yanlışımızı düzeltemeyişimizde bize olan anlayışsızlığı, sürekli bir bahane bulup ertelediğimizi söyleyip durması, bir yerde bizim bile kendimizi aslında tam olarak anlayamadığımız gerçeği midir? İdeallerimizi doğru bir şekilde biçip dikecek kadar ustamıdır ki bu benlik? Belkide kendi kendimize koyduğumuz, hep bizden bir adım ileride, hep bizden bir adım daha iyi, hep bizden daha güçlü olan bu benlik midir aslında mutsuzluğumuzun sebebi? 

O hep dürüstlük ister, hep aşkı o bilir, o hep sabırlıdır, o hep nerde ne yapılması gerektiğini biliyordur, her fırsatını bulduğunda davranışlarımızı sorgulayan, her hayal ürünüyle kendini besleyip, bizim gerçekliğimize bu hayalleri dayatıp duran bu benlik gereğinden fazla ukala gelmeye başladı bana artık. Onu ben besledim gerçi, çocukluğumdan beri sığınıp durduğum kitaplarım, müziklerim, ayakkabılarım, hayallerim, kendimi yaşamak zorunda saydığım tüm olumsuzluklar her üzerime geldiğinde hep ben ona sığındım. "Aslıma"... Ben onu ne kadar yaşıyorsam o kadar mutluydum. Bazen yapmak zorunda olduklarıma tahammülü yok! Davranış biçimlerine, söz söyleme sanatına, söz söylememe bilgeliğine ve daha birçok "biçim"e çok kızgın... Anı yaşa diyip duruyor bana, oysa benim binlerce sorum var gelecekle ilgili... Kızıyor bana... Endişelerimi haksız buluyor, sabırsızlığımı anlamıyor, korkularıma gülüyor... Bilmiyorum... Bilemiyorum....