30 Ekim 2011 Pazar

One Day


İzlediğimiz süre boyunca (107 dk) çoğunlukla boğazımın düğümlenmesine, yerli yersiz iç çekmeme ve dex karakterine üzülmeme sebep olmuş, sonu, daha filmin başından çok da anlaşılamayan, hüzünlü, dokunaklı, sevimli, düşündüren ve artık en sevdiklerimin arasında yerini almış bir film oldu kendisi. Hayatın tam içinden olan hikayesinin yanısıra Jim Strugess ve Anne Hathaway inanılmaz oyunculuğu için de ayrıyetten izlenebilir. Bir defa izledim, yine olsun yine izlerim... Filmin doğallığı, bende yarattığı hissiyata uzun zamandır bir filmde karşılaşmamıştım yada ne bileyim filme dair beklentilerim bu derece değildi, ondan çok beğendim sanırım.

ve filmden aklımda kalan 2 cümle:
dex: i'm so much better when you're around.
em: i'm alone, not lonely.

Güzel vakit geçirilebilecek, bir onlara bir kendinize bakıp, sizi düşünmeye itecek vede pişman olmayacağınız türden bir film.
Filmin resmi sitesi : http://focusfeatures.com/one_day


25 Ekim 2011 Salı

Muammer Kaddafi üzerine


Kaddafi hakkında 1 yıl öncesine kadar zerre bilgisi olmayıp şu günlerde izlediği uydurma haberlerle beyni yıkanmış, günü birlik yaşayan ve Kaddafi'yi cidden "zorba, halk düşmanı" sanan adamlara laf anlatma gibi bir amacım yok kesinlikle. Kendisi arap dünyasının yetiştirdiği ender liderlerden biriydi, hayatını ülkesine adamış, daima emperyal güçlere, ulusunun çıkarları uğruna kafa tutmuştur. Sağlığında arap birliği için çok çaba sarf etmişti ama bu sefer ölümü bir birlik doğurabilir. Çünkü o artık arap dünyası için vatanını haçlılara karşı savunmuş ve bu uğurda "şehit" olmuş bir efsanedir bana göre. Bu adam Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin prodüktörüydü. Ölümüne sevinen yavşaklar yine ramazan ayında manevi orgazmlar eşliğinde çağrı filmini izlerken, bunların hiçbirini bilmeden iç geçirecekler ya ona üzülüyorum işte... Öleceğini bile bile vatanını terk etmemiş ve "ya şehit olurum ya zafer kazanırım" demiş birinin vatan sevgisi daha nasıl açıklanabilir.
Böylesine bir ölüm arap dünyasında çok ciddi bir infiale ve reaksiyona yol açmasını bekliyorum, Erdoğan'ın da kendi ifadesiyle "eşbaşkanı" olduğu BOP'un kuzey afrika ayağı olarak öngörülmüş "arap baharı" olarak sunulan bu cia organizasyonuna karşı arap dünyasında bir birlik oluşabilir. Bir modern çağ haçlı seferi sonucu gelişen olaylar neticesinde barbarca öldürülen Kaddafi'nin öldürülmesi, katili olan cahil, satın alınmış gericilerin tekbir getirmeleri ironinin en uç noktasıydı bana kalırsa. Aylardır devam eden nato uçaklarının bombardımanları, silah, para yardımları varken hala ciddi ciddi kendisini 3-5 çapulcunun devirdiğini sananlar var. Vahşilerin eline geçmeden önce konvoyuyla geri çekilirken nato uçakları tarafından yapılan bombardıman sonrası yaralanması dahi herşeyi açıklıyor esasında.
Kaddafi o kadar serveti olmasına rağmen kendisi ve ailesi ülkelerini terk etmeden, kaçmadan söz verdiği gibi savaşarak öldü. Acaba onun yerinde biz olsak ne yapardık? Hoşçakal Arap Dünyası'nın CHE 'si, hoşçakal Arap Sosyalizmi'nin öncüsü, hoşçakal onurlu adam. Ruhun şad olsun!

23 Ekim 2011 Pazar

Canın Sağolsun AZİZ'im

..stada ilk girdiğimizde bir Bursa maçından çok, sanki milli maça gelmişiz havası uyandırdı bende, nitekim böyle de olması gerekiyordu en nihayetinde, 24 şehidimizi gözrmezden gelemezdik elbette. Bursapor taraftarları olarak bizler bu konuda ''teröre lanet'' konusunda belki de ülkenin en çok dikkati çeken taraftarlarıyız. Bu sebepten ötürü genelde gergin geçen Bursa-Trabzon maçları, böyle özel bir durumdan ötürü gayet samimi ve sıcakkanlı bir ortamda başladı. Sahada Trabzon’un ilk 11’indeki 4 yeni transfere karşılık bizim tam 5 yeni transferimiz vardı ama Ertuğrul Sağlam 4’üncü yılına giren temel oyun planına radikal müdahaleler yapmadığı ve de transferde bu plana uygun adamları kadroya kattığı için aşağı yukarı aynı futbolu devam ettirmeyi sürdürdük. Yine kenarları iyi kullandık, yine duran toplarda etkiliydik; belki kazanıyor/belki kaybediyoruz ama hâlâ (büyük takımlar dahil) herkese karşı karakteristik futbolumuzu oynamaya devam ediyoruz aslında. Maçta da bunun eksi ve artılarını fazlaca gördük. Maç boyunca oyunu tamamiyle sirkülase etsek de, bitirici oyuncu eksikliğini yine hissettiğimiz bir maça tanıklık ettik. Keny Miller'ın neden takımda tutulamadığını bu maçta bir kez daha sorum kendime. 


Aslına bakarsanız futbolun bir skor oyunu olduğunu gözardı ederek maça bakarsak, bizim açımızdan herşey muhteşem olarak değerlendirilebilir. Ozan'ın savaşça mücadelesi sonrası , Sestak’ın golüyle öne geçtiğimizde hem moral hem de güven bulduk. Trabzonspor’u kendi kalesine yaklaştırmayan ve oyunu kontrolünde tuttuğumuz anlarda, o ana dek Türkiye'nin en formda oyuncusu Serdar Aziz’in yaptığı hatalı pası ile adeta yıkıldık diyebiliriz. Kazanılan penaltıda Süleyman Abay'ın hatalı hatasız olduğundan çok, milli oyuncumuz Burak'ın bu tür ucuz harekette bulunması beni açıkçası üzdü. 1-1 sonrasında 10 dakikalık bir şokun ve duraklamanın ardından oyunu yeniden rakip yarı sahada oynamaya başladık. Ancak çok adamla kendi yarı sahasında oynayan Trabzon karşısında pozisyon üretmekten çok uzaktık.


Bjk ve G.Saray’a iyi oynayarak & fazla pozisyon vermeyeden kaybeden Bursasporumuz, Trabzonspor karşısında da benzer bir görüntüyle kazanabileceği maçı berabere bitirdi. Ama sonuçta belli bir kalitede oluşumuz kimseyi olumsuz bir havaya sokmamalı, biraz beceri ve sonuç odaklı hareket ettiğimizde seri galibiyetler gelecektir, bunun da Orduspor deplasmanında başlamasını bekliyorum.


20 Ekim 2011 Perşembe

yorumsuz

Tarih : 19 ekim 2011, Saat 12.20 Çukurca'da 26 Şehidimiz & 25 yaralımız olduğu anlarda çok değerli ve kaliteli tv kanallarımızın yayın akışı ile dünyanın önde gelen kanalların yayın akışları.

atv : müge anlıyla tatlı sert (süleymanı kim kaçırdı, atı kim öldürdü )
show tv : saba tümerle bugün ( portakal suyunun yararları )
kanal d : aşk-ı memnu (kim kimin amcasının karısıyla yattı bahcıvanı kım zıplatacak)
star : yemek programı
trt1 : televizyon dizisi ( sakarya fırat )
fox : hayat bilgisi ( hoca camide )
tv8 : cengiz semercioğluyla magazin ( kimin eli kimin cebinde )
kanaltürk : aş kendini ( gezi programı londrada )

BBC : live in istanbul Turkey ( about terror attacks)

CNN : live in istanbul ( about terror attacks)
RAI : live in istanbul ( about terror attacks)
RTL : live in istanbul ( about terror attacks)


YORUMA GEREK VAR MI?

17 Ekim 2011 Pazartesi

Ya Yeneriz, Ya Yeniliriz


Herzamankinden bambaşka bir pazar günüydü benim için, aşkımla ilk kez bir maça gidecek olmanın verdiği coşku, heyecan ve merakla, yorucu bir metro yolculuğundan sonra Türk Telekom Arena'ya geldik. Bir Bursasporlu olarak GS'lılar arasında izleyeceğim ilk maçta değildi bu, daha öncede izlemiştim ama bu sefer herzamankinden çok daha fazla küfür edilmesi, Bursasporun ne kadar büyüdüğünün bir göstergesi olarak geldi bana,  o kadar motive olmuş bir GS ve taraftar kitlesi vardı ki stadta, sanırsınız, bir final maçı. Böyle soğuk ve yağışlı bir havada 36 bin kişiyi biraraya getirmek sarı kırmızılılar için ancak bir fb maçında olabilirdi, bunun Bursaspor karşısında olması verdikleri ehemmiyetin göstergesiydi. Doğu tribünü'ndeki yerlerimizi aldığımızda, 3 bin Bursasporlunun tezahüratları, bir deplasmandan çok Bursa Atatürk Stadı'ndaymışız hisleri uyandırdı bende.

Maçın başlama düdüğüyle birlikte daha ilk dakikada Sestak'ın kafası bizim açımızdan maçı farklı bir duruma sokabilecekken, 21. dakikadaki Elmander'in golüne kadar olan kısımda gs'ın maçı tek başına sirkülase ettiği ve sonucunda da defansımızın E.Baytar'ı izleyerek attırdığı gol bize yakışmadı. Sonrasında zaman zaman hareketlensek de, hucüm anlamındaki belirsiliğimiz, Sestak mı, Turgay mı soruları en az bizler kadar, sahadaki oyuncularında kafasını karıştırmış olucak ki, sonuca giderken kime odaklanacaklarını bir türlü çözemediler.

Maçın ikinci yarısıyla birlikte bambaşka bir Bursaspor vardı sahada, gerek oyun dizilişi açısından gerek pozisyon zenginliği, oyuncularımızın soyunma odasında Sağlam ultimatom aldıklarının göstergesiydi. 64. dakikadaki değişiklikler bizi daha da ateşlerken, gs'ın adeta kendi yarı alanına hapsolması, tribünlerinde de ölüm sessizliğine sebep oldu.4-4-2 sistemine dönüp,bütün hucüm oyuncularını sahaya süren Sağlam'ın bu hamlesi ''ya hep,ya hiç'' mantığında olduğunun göstergesi olurken, bu düşünce saha içinde çok geçmeden meyvelerini verdi. Sercan Yıldırım'ın bizdeki son ayları dahil en faydalı işe imza atarak gönderdiği topta, Serdar Aziz'in Premier Ligvari korner organizasyonundan attığı müthiş golle eşitlik yakalanırken, golden sonra her zamanki gibi kendi sahamıza kapanarak yediğimiz gol, bizi deyim yerindeyse kursağımızda bıraktı.

Bunun dışında Milan Baros'un atığı ikinci golden sonra maçın 88. dakikasında koşarak çıkmamız sonucunda toplam 15 dakikada levent metroya ulaştık. Güya yeni stad, avrupa standartlarında ama bana göre damı akan bir gecekondudan farksız bi stad olmuş arena. Oradaki soğuk rüzgarları nasıl hesap etmemişler, anlam veremedim. Staddan koşarak kaçarcasına çıkmak farklı bir deneyim oldu bizler için zira. Bu şartlarda gs bu stadı 1-2 maç dışında dolduramaz kesinlikle.

Dipnot : Bu maçla birlikte iyice idrak ettim ki Bursaspor'umuz kıçını yırtsa penaltı kazanamayacak bu ligde. Maç sonunda "Penaltımız verilmüyüüüüür, hakemler bize karşııııı" diye ağlayan galatasaraylılar; herhalde bizim üst üste 42 maçtır penaltı kazanamadığımızı bilmiyorlar. 42 maç lan 42 maç! Tamam, ağlamayana meme yok biliyorum ama, 42 maçtır biz sizin bu maçta ağladığınız kadar ağlamadık.. Şurada 10 maç penaltı verilmesin Galatasaray'ya, "hakemleeeeeer, federasyooon, lölöllöööö" diye ağlaşıp durursunuz. Ayıp yahu ayıp be... He doğru neydi, siz büyük takımdınız dimi? ok, kib, bye..

9 Ekim 2011 Pazar

Tutunamayanlar


Öncelikle kitabın 724 sayfa ve baştan sona derinlikli bir kurgu içerdiğini belirtmeliyim, bu yüzden baş kısımları biraz can sıkıcı gelebilir.Kitap osmanlıca ve öztürkçe kullanılarak yazılmış Oğuz Atay tarafından. Kitabın belli bir kısmında hiçbir noktalama işaretlerinin kullanılmadan, düz ve özensiz bir şekilde yazılması da çok dikkat çekiciydi benim için. Açıkçası uzun bir süreden sonra tekrardan yeni yeni kitap okuma alışkınlığı edinmeye çalışan ben bile böyle bir kitabı 2 haftalık kısa bir süreçte bitirdiğim için oldukça şaşırdım kendime. Kitabı okumaya başladığınızda, size iç sıkıntısını vererek başlayacağını da önceden söylemeliyim, en azından bende böyle oldu. İç sıkıntısını öyle gerçek anlatmış ki her zamankinden bir fazla kusası geliyor insanın dünyanın içine, bu kitabı okurken. Ayrıca Zeki Demirkubuz'un '' Masumiyet, Yazgı, Üçüncü Sayfa'' daki film karakterlerinin bu romandan çıktığını da kitabı bitirdikten sonra belki sizde farkedebilirsiniz.

Kitabın içeriğine değinecek olursam, okuyucuyu doğrudan hedef alan türde bir anlatıma sahip. Kitapta iki çeşit insan tipinin varlığından bahsediliyor. Biri normal insanlar yani kendini bulunduğu kültür ve Batı kültürü arasında dengeleyebilmiş, hayatlarında verilen her türlüişi ve sosyal yükümlülükleri layıkıyla yerine getirebilen yani tutunabilen insan. Diğeri ise Tutunamayan insan ise olaylar karşısında şaşkın, her ne kadar öyle hissedilmese de, büyük bir mekanizmanın parçası,  güvensiz, melankolik ve insanlarla olan iletişimlerinde çekingen insanlar. Öyle ya da böyle, bir şekilde ucu sana, bize dokunan bir kurguya sahip bir kitap bu. Kurgunun içinde bir yerlerde olduğunu bilerek, kitabın içinde aldığın roller hoşunuza gitmeyebilir, bir sayfanın içinde Turgut Özben olan yanını görürsün, dahil olduğun can sıkıcı ritüellerle dolu yaşamın soğukluğu, bayıklığı ve aslında amaçsızlığı iç sıkıntısıyla doldurabilir seni. Başka bir kısımda içindeki Selim'i görürsün. Turgut'luğunu seçmene sebep olan yani toplumun taleplerine karşı kendinden verdiğin tavizler, tatsız bir şeyleri mesela sahte başarıların anlamsızlığını hatırlatabilir.

Eğer bu ve benzeri şeyler, seni bir şekilde yorduysa, kitabı okurken Selim'in çocukluğu canını sıkıp "iyi ki ben Selim gibi değilim, Turgut gibiyim" diyorsan, göğsünde karabasanlar hissedeceğin sayfalar gelir üzerine üzerine. İşte bu, kişinin kitabın toplumun muğlak bilincine karşı koyan gerçekliğine karşı bilinçdışı verdiği tepkidir. Çünkü sığlık bir bakıma çoğumuzun sığındığı bir biçimdir. Sürüden ayrılmak istemeyiz, sürüye karşı koyamayız, oyun dışı olup kenardaki olmak istemeyiz. Tüm bu davranışlarımızın özünde hep bir şeylere dahil olma arzusu yatar. Bir şeyleri kaçırmamışlık yaşamak adına, kendi benliğimizi bir yerlere fırlatıp toplumun bize dayattığı benliği, davranışları, oyunları, ruhani orospulukları kabulleniriz.

Tüm bu anllattıklarımdan yola çıkarak şunu söyleyebilirm ki, bence tutunamayanlar anlamaya çalışarak okunacak kitaplardan. Hani denir ya "bi gun bi kitap okudum, butun hayatim degisti.." diye işte bu kitap da tam böyle. Belki de kendimde Selim'le birebir benzerlikler bulduğum için bana öyle geldi ama bir şekilde bu kitabı okumanız gerektiğini kesinlikle söylemeliyim.
''- herkes geçer diyor. geçer mi olric ? herkes ne bilir acımı. herkes ne bilsin acımızı. yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan iyiymiş gibi yapmaktan.. nefes alıp onu içimde tutmaktan ve o nefeste boğulmaktan sıkıldım. ki nefessizlikten değil, nefesten boğulmaktır marifetimiz olric.
- evet efendimiz.
- bana katıldığını bilmek güzel. arada ses verme...n güzel. içimin.. sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan..''

6 Ekim 2011 Perşembe

Aç kal, budala kal


Az evvel uykumdan uyanıp, biras internete göz atmak istediğimde bu acı haberle karşılaştım. ''Steve Jobs öldü.'' Kendisi benim hayattaki gerçek manadaki tek rolemodeli'mdi. Yaşadıkları, hayatı, düşünceleri ve yaptıklarıyla beni her daim motive eden bir insandı. ''Ruhun şad olsun Steve...'' Aşağıda kendisinin Stanford mezuniyet töreninde yaptığı veda konuşmasının son bölümlerini okuyacaksınız. Yazının tam metnini de sondaki videoda izleyebilirsiniz.


'' Ölüm, yaşamın tek ‘en iyi icadı’dır. Yaşamın tek ve gerçek ‘değişim aracı’dır. Yeniye yer açmak için eskinin ortadan kaldırılması gerekir. Şu anda yeni olan sizsiniz, ancak çok da uzak olmayan bir gün, ‘eski olan’ da siz olacaksınız ve siz de silineceksiniz yaşam sahnesinden. Böyle üzücü ve hatta ürkütücü bir konudan söz ettiğim için üzgünüm ama… Bunların tümü gerçektir.


Zamanınız sınırlı. O sınırlı zamanınızı, başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın. Başka kişilerin düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir. Başka kişilerin düşüncelerinin gürültüsü, içinizdeki kendi sesinizi bastırmasın. Daha da önemlisi, yüreğinizin ve sezgilerinizin peşinden gidebileceğiniz denli bir cesarete sahip olun. Sizin gerçekten ne olmak istediğinizi ve nereye gitmek istediğinizi, en iyi onlar biliyorlar çünkü… Yüreğiniz ve sezgileriniz… Onlara inanın, onlara güvenin…


Gençliğimde, ‘Dünya Kataloğu’ adlı bizim kuşağın başvuru kitaplarından biri olan güzel bir yayın vardı. Stewart Brand adlı bir kişi çıkarıyordu bunu. 1960′ların sonuydu, bilgisayarlardan ve masaüstü yayıncılıktan önceydi. İdealist bir yayındı, çok güzel bilgilerle, öğretilerle, kavramlarla doluydu. Stewart ve arkadaşları, bu ‘Dünya Kataloğu’ adlı yayınlarını ancak birkaç sayı çıkartabildiler. 1970’in ortasıydı. O yıl ben, sizin şimdi olduğunuz yaştaydım. ‘Dünya Kataloğu’ kapanmadan önceki son sayısının arka kapağında, ilginç bir fotoğraf yayımlamıştı. Sabahın erken saatlerinde çekilmiş, uzayıp giden bir yolun fotografıydı bu. Altında da şunlar yazıyordu: ‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir

Onların veda mesajı buydu.‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’ Bu sözü kendime, kendim için çok kez söylemişimdir. Şimdi ise, birazdan diplomalarını alıp, yaşama ilk adımlarınızı atacak olan size, sizin için söylüyorum: ‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.'

Hepinize çok teşekkürler.''

Steve Jobs




1 Ekim 2011 Cumartesi

Gençler'i yendik,kendimize geldik


Bilet kuyruğunda fazla beklememek için hızlıca hareket edip, stad önündeki biletix gişelerine geldiğimde anladım ki, bu maçı bizbize, gerçek Bursaspor sevdalılarıyla beraber izleyeceğiz. Her nekadar içim burkulsa da, taraftarların maça gelmemelerindeki sebepleri düşündüğümde bir nebze olsun onlara hak vermedim desem haksızlık etmiş sayılmam. Bursaspor taraftarları olarak bizler, esnaf ve işçilerden kurulu olan, çoğunluğu asgari ücrete tabi olan, haftada 2 maça gelip 100 TL'yi gözden çıkaramayacak (2 maç ücret,+yol+yemek vs.) kişilerden oluşan bir orta-alt kitleye sahip bir taraftar profiline sahibiz.Yönetimin bu durumu ısrarla görmezlikten gelişi daha ne kadar devam edicek merak ediyorum doğrusu.

Abitoğlu'nun düdüğüyle başlayan mücadelede Sestak ve Basser ikilisinin oluşturduğu, G.Birliği sol kanatını deyim yerindeyse hallaç pamuğu gibi atmıştık ki, Fuat Çapa durumu çabuk fark edip,oraya çift sağ bek önlemini alarak açığı kapatmaya çalıştı. 14. dakikada Mumunga'nın direkten dönen kafası yüreklerimizi ağzımıza getirirken, geri kalan dakikalarda her iki ekipte birbirine net bir sütünlük sağlayabildi denemez. Ta ki, ilk yarının son dakikalarında Basser'in ikinci kez üstüste ortasını iyi takip eden Ozan İpek'in kafasıyla durum 1-0'a gelene kadar. 

Oyunun 2. devresi aynı 11'ler ve ilk yarıdaki dengeli oyunla devam ederken, Sağlam'ın 64. dakikada her zamanki gibi bekleneni veremeyen (FC Gomel deplasmanı hariç) Insua'nın yerine 10 numaramız Battala değişikliğini yapmasıyla bir anda tüm dengeler değişti ve Bursaporumuz bambaşka bir kimliğe büründü.Oyunda kaldığı 25 dakikaya tam 3 asist sığdıran Battala, hem takım arkadaşlarını, hemde az sayıdaki bizleri coşturmasını bildi. (Maç sonu oyuncularla yaptığımız ''Güzeller içinden bir seni seçtim'' görülmeye değerdi doğrusu, aşağıdaki videoda da izleyebilirsiniz. El emeği, göz nuru :)


4-0'lık G.Birliği galibiyeti, bir nevi Kayseri maçına benzese de, Bursasporumuzun bu ligde zirve takımlarından biri olduğumuzu bizlere gösterdi. Alınan 3 puan Bjk ve Sivas mağlubiyetlerini bizlere bir nebze unuttururken, milli maçlar arası da 16 Ekim'de Galatasaray ile yapacağımızı maç öncesi de takıma extra motive unsuru sağlayacaktır şüphesiz. Serdar Aziz'in Sivas maçından mıdır bilinmez müsabakaya kaptan olarak çıkması, bizleri bir başka mutlu ederken, maç bitiminde Ertuğrul hocamızın Bursaspor kariyerinde ilk kez tribünlerinin önüne kadar gelip, taraftarı alkışlaması bir anlamda mesaj niteliği taşıdığının da altını çizmeden geçmeyelim.