23 Eylül 2011 Cuma

Başın öne eğilmesin

Gökyüzünde vanası açık unutulan çeşmelerden sağnak sağnak yağmur yağarken, kora kor, dişe diş bir mücadelenin tam ortasında bulduk kendimizi bir anda. Daha ilk dakikadan başlayan mücadele, tüm hücrelerimin sırılsıklam olduğu bedenimin bile ateş basmasına sebep olmuştu çoktan. Teknik direktörü şike suçlaması ile tutuklu olarak yargılanan şerefli(!) kulüplerimizden bjk'nin, teknik direktörünün neden içeride olduğunu sorgulamamıza gerek bırakmayacak şekilde hakemlerce maç boyunca desteklendiği görürken, futbolumuzun neden bir türlü gelişemediğini daha da iyi idrak ettim dün gece.

"nasıl siktik ama"
"kanırta kanırta siktik"
"orospu çocukları amınıza koyduk"
"kafamızı soktuk piçlere"
''travestilere kapak''

bu ne lan? 90 dakika top oynanmış adamın konuyla ilgili diyeceği "çılgınlar gibi siktiğimiz maç" şeklinde konuşan bjklılara gerçekten sormak isterdim neyin kafası lan bu, neyi yaşıyosunuz siz? Dersiniz ki okumazsan okuma arkadaşım zorla mı okutturuyoruz. Zorla okutturmuyorsunuz ama maç nasıl geçmiş diye bakıyorum, futbol maçı değil sanarsınız ki iki takım karşılıkli sikişmiş de en son ayakta kalan kazanmış.

Seviyeyi daha fazla düşürmeden maça dönecek olursak;

Barcelona-Chelsea Şampiyonlar Ligi maçından sonra Jose Mourinho düzenlediği basın toplantısında; ''10 kişi kalmak her zaman kötü değildir,diğer oyuncuların performanslarını kesinlikle arttırır.'' demişti. Her iki ekibinde 10 kişi kaldıktan sonraki oyunları bana hemen bu sözü hatırlattı. Eğer maçı değerlendirecek olursak 3 kısma ayırabiliriz, 1-Bangura'nın oyundan atıldığı 25.dakika'ya kadar olan kısım, 2- Quaresma'nın atıldığı 80.dakika ve sonrası. 3- Bu iki kırmızı kart arasındaki kısım. Şüphesiz 10 kişi kalan bir Bursaspor'da tüm planlar altüst olurken, Q7'nin atılması da bjk'ı uçurdu adeta diyebiliriz. Kırmızı kart pozisyonununda uzak olduğundan tam göremedim ama sanki Egemen yan hakeme bana küfretti diyor da ondan sonra kırmızı kart çıkmış gibi duruyor.(fuck off demişmiş, eğer bu kelimeden dolayı oyuncular atılıcak olsa,Avrupada maç içinde oyuncu kalmaz.) Beşiktaş'ın attığı iki gol dışında pozisyonunun olmadığını da rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı şekilde Bursasporumuzun'da uzaktan Turgay'ın şutu dışında pozisyonu yoktu. Tagoe ikinci yarıda bizi adeta 1 kişi eksik oynattı desek abartmış olmam heralde, sanki sahada yok adam, boş boş geziniyor. İlk golün faulünü de kendisi yaptı çok gereksiz bir şekilde üstelik, ikinci golde de Wederson'un büyük hatası vardı. Holosko koşuyor, Wederson "yeaa abi nasılsa vuramaz havalarında.."

10 kişi kalmamız ve 60 dakika boyunca eksik oluşumuz takımın kimyasını bozdu. Keşke Batalla'yı çıkartıp Tagoe'yi almasaydı Ertuğrul hoca. bir de karşı takım 10 kişi kaldığında Turgay çıkartılabilirdi diye düşünüyorum fakat kulubemizdeki sıkıntı çok büyük. Ozan çıkarken yerine giren ismin Ahmet Arı olması bizi kaygılandırırken, Bjk cephesini de ''ohh bu çok iyi oldu'' şekline soktuğunu kabul etmemiz gerek. Tabi Sestak'ın cezasının bitip,artık Sivas deplasmanıyla birlikte oyanayacağını bilmek bi nebze olsun içimizi rahatlatsa da, halen hucum anlamında eksikliklerimiz olduğu da bir gerçek. 86. dakikadan sonra yenilen 2 golü anlatmaya futbolun terimleri yetersiz kalsa da, şunu bu gece bir kez daha idrat ettim ki ''Futbolun gerçekten adaleti yokmuş!'', zaten maç sonu tüm bjk'lı oyuncuların ortak görüşü, şansla kazandıkları olsa da, Ertuğrul Sağlam'ın bjk'a eksik durumda olsak bile bu kadar pas yapmasına müsaade etmesine nasıl göz yumduğunu bir türlü anlam veremedim. Bjk'ın %59'a %41'lik topla oynama yüzdesindeki üstünlüğünü 60 dakika eksik olmamızla bağdaştırabilirim ama bjk'ın bizim iki katı pas yapmasını (412 pas) kabullenemiyorum. Ne olursa olsun bu kadar korkak oynamamalıydık hocam! Maç sonunda maçın oyuncularının karşılıklı oynayan sol bek ve sağ bek İ.Köybaşı ve C. Basser'in seçilmesi de çok ilginç bir unsur olarak gözüme çarptı.

Egemen Korkmaz'a da bir paragraf açmazsam olmaz. Şimdi şöyle bi düşünelim bu adam senelerce kaptanlığımızı yaptı, küme düştük 2.ligde formamızı giydi( istediği süper lig takımına gidecekken), gittiği yerlerde hep bizi,yani 16'yı istedi ve daha neler... Şimdi bu Egemen'e sırf oynadığı takımda 3'lü çektirdi diye,bu kadar küfür etmeyi ben kendi adıma bizlere yakıştıramadım. Zaten oyundan alınması da Bjk'ın yararına oldu. Elbet bunun önüne geçemeyeceğiz ama bu kadarı da olmamalıydı...

Dipnot: Dün gece yağmura inat 90 dakika boyunca susmadan destek veren, kaybetmesine rağmen takımını alkışlarla tribüne çağıran tüm Bursasporlu kardeşlerime helal olsun! Bazen kaybetmek aslında kazanmaktır. Hele ki böyle bir mağlubiyet beni gelecek adına daha da umutlandırdı. Bu mağlubiyetle daha da kenetlenip, hedeflerimiz doğrultusunda emin adımlarla yürüyeceğimize kalpten inanıyorum. Hep dediğimiz gibi: ''UMUTTUR BURSASPOR...''




22 Eylül 2011 Perşembe

Vicdanın senin kıblendir


Dün geceki bölümünde kabire kibri gömme sahnesiyle güzel bir final yaşatan ve hemen ardından verdiği çoşkulu müzikle göğsü kabartan Muhteşem Yüzyıl şuana dek izlediğim en iyi Türk yapımı savaş sahnelerine imzasını attı. Savaş sahneleri bir tarafa, sondaki mezar sahnesi noktayı koyarken, ''Gururlanmamak istiyorsan toprak gibi olacaksın, toprakla birleşeceksin, toprağın altına her an girebileceğin fikrine hazır olacaksın. İşte o zaman gurur kalmaz!'' sözleriyle de beni uzun düşüncelere gark etmesini bildi. İşte Kanuni Sultan Süleyman'ın ünvanına yaraşır şekildeki muhteşem sözleri ;

...bu sesler nasıl sustu, yüreğimin gürültüsünü duyuyorum,bu koku... gül kokusu duymak istiyorum, kan, barut kokusu genzimi yakıyor. Toprak, ağaçlar, kuşlar susmayın, kazandın diyin. Mutlak zafer kazandın! Kanımız aktı toprağa, yandık hak aşkına, küllerimiz savruldu. Rüzgar esti. esiyor mu hala? Sağ yanımdaki melek, sol yanımdaki şeytan nereye gittiniz duyun sesimi. Yetiş ya Rabb-i durduramıyorum ölümü.  Öğleden ikindiye kazandık mohaç muharebesini. Kainatın en kısa zamanda kazanılmış en büyük zaferi olarak kayda alacak vak'a-nüvisler. Bu senin zaferin Süleyman, İçimi bi kibir sardı. Kainat bana sonra hangi zaferi işaret ediyor. işaretleri takip et süleyman. işaretleri...

buraya kadarmış, böyle olacağını biliyordum. İçim kibirle doldu Pargalı. Bu hissi yenmeliyim, yeneceğim...
''İdrak et süleyman,Unutma! Tevazu içinde ol. Bütün şeref ve irade senin değildir.rabbine şükret ve nefsine üstünlük verme. zinhar kibre düşme. sen hakka karşı hayalı, halka karşı vefalı ol. vücudun, fikrin, zikrin o'na ait. sahibi sanma. hakkın nimetlerini kendinin, kendinden olanları yegane sanma. nefsini öldür, yoksa o seni öldürür. kibrini yen süleyman. her firavunun Musa'sı, her şerrin bir nuru vardır. İmha et. Hatırla. vücuda geldiğin hali ve gideceğin son mertebeyi unutma. işte o zaman cennetin kapıları açılacak sana. Vicdanın senin kıblendir Süleyman, Kaybetme!



20 Eylül 2011 Salı

Factotum / Charles Bukowski


Uzun bir kitap okumama sürecinden sonra, ilk okuduğum kitap olma özelliğini taşıyan  ''factotum'' için eğer tek kelime söylemem gerekirse bu kesinlikle ''samimiyet'' olurdu. Kitabı okudukça kendi hayatımızdan kesintileri gözler önüne getirdiğimizde , yazı boyunca yapmaya mecbur bırakıldığımız herşeyi bir bir yüzümüze vuran bir kitap olma özelliğini taşıyan Factotum'un, ''-bende öyle yaşarım ama ne gerek var ki?'' demekle, cesaret arasındaki farkı bizlere çok iyi anlatan Bukowski'nin dürüstlük kavramımın da ne kadar uygulanabilir olduğunu ısrarla bizlere sorgulatmak istemesi de takdire şayandı. Günlük yaşam stresinden biraz uzaklaşıp, yapmak istediklerinizi yapan bir adamın yaşantısını incelemek oldukça keyifli ve eğlenceliydi doğrusu.
Kitaptan altını çizdiğim cümleler;
*İş çıkışıydı, akın akın insan çıkıyordu metrolardan,karıncalar gibiydiler, yüzleri yoktu,çıldırmışlardı, üstüme geliyorlardı,gergindiler.
*Patronlar daha fazla adam çalıştırmaktansa, birkaç kişiyi çalıştırmayı yeğliyorlardı. Adamlara 8-9 saatini veriyordun ama yetmiyordu, fazlasını istiyorlardı.Altı saat sonra seni eve yolladıkları görülmemiştir mesela,düşünecek zamanın kalmamalıydı...
*Samimiyetle söylüyorum,yaşam beni dehşete düşürüyordu. Yemek, uyumak ve çıplak dolaşmamak için insanın yapmak zorunda olduğu şeyler ürkütücüydü. 
*Dünya denen uçurumun eteğinde olmak gibiydi, son düşüşten önce dinlenme yeri...
*Sabahın 06:30'unda bir çalar saatin sesisne uyanıp,yataktan fırla, giyin, zorla bişeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara, başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan bu fırsat için müteşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. Nasıl razı olunur böyle bir yaşama?

17 Eylül 2011 Cumartesi

Herkes gider tersine,biz gideriz Mersin'e!

                              

Kayseri karşısındaki güzel futbol ve 3-0'lık net galibiyet neticesinde fırtınalı bir başlangıçla Akdeniz'e yelken açan Bursasporumuz, 27.5 yaş ortalamasıyla ligimizin en yaşlı takımına karşı ve üstelik bugüne dek hiç galibiyet alamadığı Mersin İdman Yurdu ile Tevfik Sırrı Gür Stadyumu'nda karşı karşıya gelecek. Hava sıcaklığının 30 derece dolaylarında seyir etmesi ve maçın 16:00'da oynanması her iki ekip adına da olumsuz bir durum olarak göze çarparken, Mersin yönetiminin yüksek fiyatlı bilet politikasına rağmen Süper Lige hasret kalan Mersin halkı ve taraftarlarının biletlerin satışa çıktığı ilk günden bu yana büyük ilgi gösterdiği maçta MİY'nun etkili bir taraftar gücünü arkasına alacağı bir maça tanıklık edeceğiz.

Ev sahibi MİY, Ankaragücü gibi son dönemde yaşanan yönetimsel sıkıntılardan ötürü kolu kanadı kırık ve hucuma çıkmakta zorlanan bir takıma karşı aldığı galibiyeti açıkçası ben ölçü olarak kabul etmiyorum. Nurullah Sağlam'ın artık ritüel halini almış toplama takım yapma sevdasını MİY'da da tekrar etmesi, bundan önceki deneyimlerinden hala ders almamış olmasını kendi kapasitesine yakıştıramadığımı ayrıca belirtmek isterim. Maç içinde; Nduka ve Amoah gibi iki güçlü,hızlı fakat tekniği zayıf kanat oyuncularıyla atağa çıkma düşüncesinde olacağını düşündüğüm Akdeniz temsilcisinin, Yahia ve Zurita ile orta alanda savaşma düşüncesinde olurken, Moritz'in kişisel becerileriyle takımı atağa kaldırmasına bel bağlayacaktır. 
Kapasiteleri belli olan şampiyon kadromuzdan M.Keçeli ve gelir gelmez apar topar takımdan gönderilen İbrahim Kaş'ın extra motivelerinin ise bize zarar vereceğini kesinlikle düşünmüyorum.

                                         

Bursasporumuzun MİY karşısında Kayseri kadrosunu korumasını beklerken, E.Sağlam'ın her zamanki gibi alışılagelmiş 4-2-3-1 düzeninde takımı sahaya süreceğini tahmin etmek çokta güç değil artık bizler için, fakat forvet tercihinde Bangura-Tagoe konusunda kararsız olduğuna da kesinlikle eminim, zaten kendisi de hafta içi yaptığı röportaj ve demeçlerden de bunu açıkça ifade etmişti. Maç içinde özellikle Ertuğrul Sağlam'ın oyuncu değiştirme dakikalarındaki skorun oyun yapımızı tamamen değiştirebileceği düşünüldüğünde, olası bir golsüzlük durumunda çift forvetli hucum yapısına bürünmemiz, en zor durumda bile bize rahatlıkla maç kazandıracaktır diye düşünüyorum.  Maçın sonucunu etkileyecek diğer kilit unsur ise, şüphesiz iskeletimizi oluşturan Carson-N-Diaye ,Battala üçlüsünün performansları olacaktır. Bursasporumuz eğer şampiyonluk hedefinin içini doldurmak istiyorsa bunun için en iyi fırsat karşılarındaki MİY galibiyetidir, çünkü buradan alınacak puanlar, hafta içi perşembe günü Beşiktaş karşısında taraftarın maça çok daha farklı bir gözle bakmasını sağlayacaktır.

Dipnot : Bursasporumuz kabul edelim ki bu ligin zayıf halkalarından, kadrosu yaşlı ve kısıtlı olan bir takıma karşı mücadele verecek; kazanmamız değil, kazanmamamız sürpriz olacaktır. 1600. golümüzü de bizdeki ilkleri alma konusunda tecrübe edinmiş Battala'nın atacağını düşünüyorum :)



12 Eylül 2011 Pazartesi

...ve Timsah yürüşü başladı!

Güzel bir Bursa pazarında, Kayseri ile karşılaştığımız 2011-12 STSL'nin ilk maçında biri bana maç öncesinde ''-Maçı 3-0 kazanırsınız!'' deseydi, gülüp geçerdim kesinlikle. Ama maç sonu değil 3-0, 6-0 neden olmadı diye kendimi hayıflanırken bulmam sanırım maçın nasıl bizim ezici üstünlüğümüzde geçtiğinin bir göstergesi olsa gerek. Şike,mahkeme, Anderlecht'e şanssız şekilde elenme, tutuklu taraftarların serbest kalışı, yeni transferler ve daha nice gündemle Atatürk Stadı'nda içeri girip, yeşil zemine şöyle bir göz attığımda, daha farklı ve daha realist bir takım olduğunu en başından hissetmiştim. 

Maçın başlama düdüğüyle birlikte Chretien Basser'in aranılan kan olduğu daha toğu ayağına ilk aldığı anda kendini hisettirdi, adam 3 ay boyunca yaptığı nazın hakkını verdi desek yeridir heralde. Adem Koçak ve N'Diaye 2'li ön liberolu sistemimizde ne kadar çok iş yapabileceklerini maç boyunca ortay koyduğu performansla gösterirlerken, Bangura'nın halen takıma adapte sorununu aşamadığı da gözümden kaçmadı. Turgay'ın sağ kanatta mücadeleci yapısıyla oynaması çoğu kişiyi etkilese de, 2 hafta sonra gelecek olan Sestak'ın o bölgede yerini alıp, Turgay'ın yedek kulübesine demirleyeceği su götürmez bir gerçek gibi duruyor karşımızda. Solda Ozan İpek, Battala'nın ortasını iyi takip edip, alnına çarparak attığı golden ziyade, bu takımda kalıp, gol sonrası yaptığı Timsah yürüşüyle taraftarların gönlündeki tahtını sağlamlaştırarak bizi 1-0 öne geçirirken, Wederson benim kesinlikle gol olacak dediğim serbest vuruşta mükemmel bir şutla bu sezonun en formda ismi olduğunu herkese gösterdi. (gol olur dediğime inanmadıysanız işte ispatı, o kadar inandım ki gol olacak diye çektim ;)


İlk ayrı 2-0'lık skorla bittiğinde, devre arası bu maç 5'e doğru yol alır gibi dursada, 2. yarı başladığında Kayseri bize oranla daha çok topu ayağında tutarak, özellikle Amrabat'la kalemize gelirken, bu dakikalarda savunma ikilimiz Serdar ve İbrahim müthiş mücadeleriyle göz doldurmasını bildiler.Dakikalar 65'i gösterirken Ozan'ın pasıyla, kendine has özelliğiyle içeri doğru draft eden Battala'nın, ceza sahası dışından yaptığı vuruşla durumu 3-0'a getirdiğinde, bu takımın gerçek ''10'u'' benim diye haykırması kuşkusuz hepimizin beklentisiydi. Oyunun son bölümlerinde giren Tagoe'nin idman eksiği ve adaptasyon sürecini atlattıktan sonra bize .çok katkı vereceğini düşündüğümüde unutmadan söylemeliyim.

Sağlam'ın maç sonu ''taraftara kırgınım, stadta boşuklar vardı söylemine ise hiç katılmıyorum. Nedenlerini de çektiğim fotoğraf ve analizlerle aşağıda birbir sıraladım. Umarım hocamız bunu okur ve bir nebze olsun bizi anlar.


Açık Kale : Oradaydım, fulldü.
Kapalı Kale: Radikal tarafına doğru toplasanız 1 blokluk kadar bir boşluk vardı, tabi insanlar kopuk kopuk oturduğundan, daha doğrusu direği ekarte etmek için oluşan boşuklardı bunlar.
Maraton: Her zamanki gibi Kale arkalarından alınan yerler boştu (buralar Man.Utd & Valencia) maçlarında dahi dolmamıştı. Real Madir'te gelse dolacağını sanmıyorum. Yeni stada gidene kadar böle olucak artık, alışalım buna.
Kapalı Tribün: Bursa'da orta-üst grubun Bursasporlu olmadığı hepimizce malum artık. 3 büyütülmüşler geldiğinde dolar buralar anca, yoksa hep bu şekilde kalır. Yada 16 Mayıs 2010'da old. gibi son 5-6 
hafta şampiyonluk yolunda ilerlememiz 
lazım ki dolsun


Displin, düzen, saldırgan ve takım oyunu, Volkan ve Sercan gittikten sonra  Ertuğrul Sağlam'dan beklediğimiz en büyük hamlelerdi ve tüm bunları bu kadar kısa süreçte harmanlayıp önümüze sunduğu için kendisine sayısız teşekkürlerimden birini daha etmeden geçemeyeceğim. 2 yıl sonra ilk kez 2 farklı üstünlükle sahadan ayrıldığımız bu maç bundan sonraki süreçte umarım şampiyonluk yolunda atılmış güçlü ve sağlam bir adım olarak karşımıza çıkar.


Maçın 3 adamı: N'Diaye - Battala - Ertuğrul Sağlam


*Resimler, yazı ve video şahsıma aittir,lütfen izinsiz kullanmayanız, kullanan N'Diaye'nin altında kalsın.)

11 Eylül 2011 Pazar

Senna


Aslına bakılırsa Formula1 'e karşı pek bi ilgim yoktur, izlemem de, takip etmem de ama Senna'yı gerek sosyal medyada, gerekse de arkadaşlarımdan çok duymuştum. Biras araştırdıktan sonra da F1'de bir efsane olduğunu farkettim. Adına yapılmış bir belgesel bulunan Aytron Senna 1994'te İmola Pistinde ölen Brezilyalı pilot.  (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ayrton_Senna)
Bu zamana dek izlemeye fırsat olmamıştı. İzledim.
Ayrton Senna, Brezilya’nın mütevazı şartlarından çıkmış bir yarış tutkunu. Belgeselin (ve aşağıdaki fragmanın) açılışındaki sözleri de bunu anlatıyor zaten. O günden F1 pistinde yaşamını kaybeden son pilot olma unvanını kazanana kadar geçen kısa sürede yaşadıkları, hırsları, hayal kırıklıkları, elde kalan pek de kaliteli olmayan görüntüler eşliğinde 106 dakikalık bu belgesele dönüşmüş.
Sadece çok yarış kazanıyor diye değil, çoğu insana insanlık dersi verdiği için bu kadar çok sevilen bir pilotun yaşamını anlatan bir belgesel. F1 ile ilginiz olsun, olmasın; mutlaka izleyin. 

9 Eylül 2011 Cuma

The Corporation


Sinema filmleri içinde en doyurucu ve etkili siteye sahip başlıklardan biri olarak adlandırabileceğim The Corporation, şirketlerin, kurumların, anonim kimlikleri sayesinde toplumun canına nasıl okuduğunu ve okumaya devam ettiğini örneklerle dile getiren 2003 yapımı bir belgesel.
The Corporation gerçekten iyi ve izlenesi bir yapım. Röportajlarda Peter Drucker’dan Michael Moore’a, Noam Chomsky’den Ray Anderson’a kadar geniş bir yelpaze bulunuyor.
Endüstri devriminin yarattığı refah ve bolluğun palazlandırdığı sınıfın daha fazla güce ve dokunulmazlığa ulaşabilmek için kurduğu sistemin zaman içindeki dönüşümü ve bugünkü açmazlarını bütün çıplaklığıyla görmek ve ‘farkında olmak’ için 8 senelik bu belgesel hala yeterince besleyici.
Dilerseniz İnternet Arşivi’nden çekebilir ya da Youtube’dan izleyebilirsiniz.