13 Temmuz 2016 Çarşamba

Jose Mourinho Saati #1


Mourinho için Premier Lig özel, daima olmak istediği lig. Chelsea için evi denir ama onun hayali, hedefi ve kızıl elması Manchester United'dı. Alex Ferguson sonrası bunu istiyordu, hatta Ferguson da kendisinden sonra Mourinho'yu işaret ediyordu ama biraz gecikmeli de olsa gerçekleşmesi gereken birliktelik nihayetlendi. Bu birlikteliği kıymetli görüyorum, Mourinho'nun hayatı boyunca kendisini odakladığo yer burası. İşi zor, rakipler hiç olmadığı kadar güçlü ama Manchester United'ı da biri ayağa kaldıracaksa bu Mourinho olacaktı, iki "kazanan" kimlik. Bir teknik direktör de bir kulübe ancak bu kadar yakışır, heyecanlıyım. Yeni sezonu büyük bir heyecanla bekliyorum. Manchester United'ın da Mourinho'nun da ölü toprağını üzerinden atması gerekecek ve bilinmeli ki bu savaşın kesin favorisi Guardiola değil. İspanya onun çöplüğüydü ama İngiltere Mourinho'nun..

11 Temmuz 2016 Pazartesi

İtalya Gezi Notları 4.Bölüm: Venedik


İtalya gezimizin son durağı Venedik... Floransa'dan sabahın köründe trene bindiğimizde yoğun gezi temposundan oldukça bezmiş bir halimiz vardı. Venedik'i sona bırakmak iyi fikir mi bilmiyorum ama öyle olması gerekiyordu. Venedik coğrafi olarak ilginç bir yapı, 120 minik adacık ve 400ü aşkın köprü barındırıyormuş. Daracık sokakları, rengarenk boyanmış evleriyle çok fotojenik, eskiliği ve rutubet kokusuyla bir o kadar leş bir yer.  Venedik halkı, adacıkların ana karaya bağlandığı "Mestre" adlı yerde yaşıyormuş.
Venedik'e giriş, Santa Croce adlı bölgeden yapılıyor. Biz de trenden Santa Lucia Tren İstasyonunda indik. Tren istasyonu ve otobüs durakları çok yakın. Şehre karayolu ile girilen bu bölgedeki ana meydanın adı "Piazzale Roma" olarak geçiyor. Şehrin en turistik yerleri San Polo ve San Marco bölgeleri. Rialto köprüsü ve San Marco meydanı da buralarda. Fakat... Venedik'te uzun zaman geçirmeyecekseniz ve özellikle trenle veya karayoluyla geldiyseniz otelinizi Santa Croce bölgesinde seçmenizi öneririm. Çünkü elinizde bavullarla daracık sokaklarda yürümek isteyeceğinizi sanmıyorum. 
Bizim kaldığımız daire San Marco meydanına 5 dakika yürüme mesafesinde oldukça merkezi bir lokasyondu. Santa Lucia tren istasyonuna da yakındı. Venedik oldukça karmaşık, labirent gibi bir yer ve toplu taşıma sadece Vaporetto denilen su otobüsü gibi bir deniz taşımacılığıyla yapılıyor. Şehrin ortasından geçen ana kanal (ters S şeklinde) "Grand Canal" üzerinde işliyor bu Vaporettolar ve tek yön 7 euro. Mümkün olduğunca az binmeye çalışıyor insan :) Genelde turistik merkezlere yürüyerek gidip dönüşte yorulduğumuz için kullandık. 

Vaporettonun ilk durağı da otele yakın, Piazzale Roma meydanından başlıyor, San Marco'ya Vaporetto ile de ulaşım mümkün. Yürüyerek gidildiğinde yarım saat sürer diye düşünüyorum. Venedik'te gezmenin raconu kaybolarak gezmek. Evet, haritanın işe yaramadığı bir şehir burası, takip etmesi çok zor. "Rialto köprüsü", "San Marco meydanı" gibi belirgin yerler bazı sokaklarda oklar ile gösterilmiş. Okları takip ederek yolunuzu buluyorsunuz. Bir sokağa giriyorsunuz ıpıssız, bir başka sokağa bağlanıyorsunuz çok kalabalık.
Her yer hediyelik eşya ve maske satan dükkanlar ile dolu. Beğendiğiniz bir şey olursa "dönüşte alırım" diye ertelemeyin derim, çünkü dönüşte o sokaktan geçebileceğinizin bir garantisi yok :) Rialto köprüsü (Ponte di Rialto) Grand Canal üzerindeki en önemli köprü. Etrafında ve üzerinde yine hediyelik eşyalar satılıyor, en çok da kuyumcu dükkanları bu bölgede toplanmış. Köprünün ayağında sıra sıra restoranların dizildiği bir yer var ki oldukça turistik, pahalı ve kalitesiz olduğunu duyduğumuz için burada yememeyi tercih ettik. Sadece kahve içtik :) San Marco Meydanında "San Marco Bazilikası" dikkat çekiyor. Hemen karşısında çan kulesi var "Campanile di San Marco". Bazilikanın yanında Plazzo Duccale yani Dükler Sarayı göze çarpıyor. Sarayın yanında da bir zindan var. Saraydan zindana geçerken mahkumların son kez Venedik'e baktıkları köprü "İç çekme köprüsü" veya "Hasret Köprüsü" gibi farklı isimlerle anılan Ponte di Sospiri bulunyor. San Marco meydanında bir de burç sembollerinin tesvir edildiği saat kulesi ve büyüklüğünü aklımın almadığı Sansovino kütüphanesi bulunuyor.

10 Temmuz 2016 Pazar

King James & Şampiyon Cavs


Miami'ye gitti, Wade, Bosh ve diğerleriyle kol kola verip bu kabusu yendi ve gerçek misyona, gerçek mücadeleye, en olgun zamanında, tam zamanında geri dönme kararı aldı. Geçen yıl, Golden State Warriors'un yılıydı. Cavs, Bron'un bıraktığı Cavs değildi. Yenecek kırk fırın ekmek vardı ve bu halde bir şampiyonluk kazanabilek, LeBron'u bile aşabilirdi. Sahaya çıkmadan önce tünelde takım arkadaşlarına ''Follow My Lead'' -Benim liderliğimi takip edin- diyen bu adamın Cavaliers'daki görevi bir süper yıldız olmakla sınırlı değildi. Takımı kuran, transferleri yapan, boşlukları salary cap gibi sınırlara uygun olarak dolduran bir genel menajer gibi yönetimle pazarlık yapıyordu; aynı zamanda sahadaydı ve takımının bir numaralı opsiyonuydu. ''Kevin'i ikna etmeniz lazım, Tristan'la imzalamanız lazım, James'i de yanımda istiyorum...'' Sahadaki kadar masada da oynaması gerekiyordu. Çöplüğe dönmüş bir takımı süper yıldız maharetiyle NBA Finali'ne taşıma işini en son Allen Iverson, 2001'in Philly'siyle başarmış, ancak o da o dönemin GSW'si mahiyetindeki LA Lakers duvarına toslamıştı ve Bron'un, takvimler 2016'yı vurduğunda bu duvara ikinci kez toslamaya niyeti yoktu.

Hikayenin kalan kısmını son birkaç haftada izlediğiniz final serisinde gördünüz işte. O kısmı anlatmaya hangi lisan kafi gelebilir ki? Destan gibi, kitaplar dolusu yazarsın. Heriflerin sahada yazdığı şey destanken, makaleyle sınırlı kalmak ayıp olur.

Geçtiğimiz Nisan ayında ''Beni sevebilir veya benden nefret edebilirsiniz, ama günün sonunda bana SAYGI duyacaksınız!'' diye tweet atan, bu şehre bir şampiyonluk sözü veren bu adam sözünü tuttu. Daha isabetli bir tabir var mı bilmiyorum; kafasına vura vura, döve döve şampiyon olmak diye buna denir: LeBron James NBA Finaller Tarihi'nde bir final serisini sayı, ribaund, asist, blok ve top çalma olarak bildiğimiz beş major istatistik kategorisinde lider olarak tamamlayan ilk ve tek oyuncu olurken, takımı Cavs da NBA tarihinde bir final serisini 3-1'den çevirip kazanan tek takım oldu.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, eyvallah. LeBron'dan bugüne dek nefret etmiş olabilirsiniz. Ama buraya kadar. Dün gece parkeye gömülen tek şey Golden State Warriors değildi. Bana sorarsanız LeBron James nefreti de büyük ölçüde tarihe karıştı dün gece. 52 yıldır hiçbir spor branşında şampiyonluk kazanamayan Cleveland, Cavaliers'ın tarihindeki ilk şampiyonluğuyla 'Cleveland Laneti'ne veda etti. Bugüne dek NBA tarihinde 32 kez bir takım final serisinde 3-1 geriye düşerken, Cavaliers dışında o kuyudan çıkabilen bir diğer takım daha olmadı.

Elbette her oyuncu için bir hikayesi vardı bu emsalsiz zaferin... Bu inanılmaz destanı herhangi bir finaliste karşı yazmak şöyle dursun, 73-9'luk rekorla NBA tarihine altın harflerle kazınan, muhtemelen tarihin en iyi takımı, Kasım 2013'ten bu yana ilk kez üst üste 3 kez yenildi. Bu arada, tarihin en iyi takımı olduğu konusunda hala herkes hemfikir değil. 6'ıncı maçta 27'de 16 şut isabetiyle 41 sayı atıp 11 asist, 8 ribaund, 4 top çalma ve 3 blok gibi korkunç rakamlar basıp yalnızca bir top kaybetmesine hala inanabilmiş değilim. Öyle bir maçta, öyle bir performansı bir bilgisayar oyununun en kolay düzeyinde sergilemek bile çok zor. Orada bile en az 3-4 top kaybedersin! Benim lügatıma James'in en unutulmaz Play-Off performansı olarak girdi bu, 2013'te Indiana'ya karşı 45 sayı, 18 ribaund bastığı maç kusura bakmasın. Son maçta tam 47 dakika sahada kaldı. Final Serisi'nde oynanan 7 maç boyunca Cavaliers'ın ürettiği sayıların yüzde ellisine doğrudan etki etti. Bu konuda rekor da kendisine ait; geçen yılki finalde Love ve Irving'siz Warriors'a meydan okurken, bu rakamı %62 gibi dehşet verici bir seviyeye çıkarmıştı. 336 dakika oynadı iki takım ve 333 dakika baz alındığında iki takımın toplam skoru 699'a 699 şeklindeydi. Dengeyi, LeBron'un takımının final periyodunda bulduğu 18 sayının 13'üne doğrudan etki etmesi bozdu!

''İki yıl önce buraya geldiğimde bir hedefim vardı; bu şehre bir şampiyonluk getirmek. Bunun için her şeyimi verdim. Kalbimi, kanımı, terimi ve gözyaşlarımı oyuna feda ettim. Kuzeydoğu Ohio'luların son 50 küsür yıldır neyle baş ettiklerini biliyorum ve bu tarihin bir parçası olduğum için çok mutluyum. Şehre, evime dönmek için sabırsızlanıyorum. Sizleri kucaklamaya hazırım.''

Arkadaşlar, aranızda hala LeBron James'i sevmeyen var mı?