23 Ocak 2011 Pazar

Başkadır Bursapor...



Takım ayırt etmeden stadı hınca hınç doldurmaktır.Altıparmaktan yürümektir.Yeşili beyaz,beyazı yeşil var diye sevmektir.Skora aldırmadan aşkımızı haykırmaktır.Şehrin her mahallesine her sokağına,her mekanına olan aşktır.Son sene hariç hiçbir başarı görmeyen,düş kırıklığının başkenti olan bu şehre aşktır.Hayatının odak noktasına bir takımı koyabilmektir.
Teksastır.
Aşktır.
Hayaldir.
Umuttur.
Tutkudur.
Eziyettir.
Bedeldir.
Gözyaşıdır.
Yürektir.
Omuz omuza olmaktır.
ve
Mutluluktur...

14 Ocak 2011 Cuma

Futbolumuzun asıl meselesi


Geçen akşam boş boş otururken, çocukluğumda ilk hangi takımı tuttuğumu düşünmeye başladım.Forma,atkı,tişört gibi herhangi bir ürününü alıp,bütçesine beş kuruş katkı sağlamışlığım yoktur.Şu anda kadroda kimler var; onu bile ezbere bilmem ama benim ilk tuttuğum takım,Fenerbahçe idi.


Ta ki Bursa Atatürk Stadyumu’nda, biri yanıma gelene kadar. Bursaspor’un Avrupa’yı inter-toto'da salladığı yıllardı.Ilık bir ilkbahar günü, dönemin Bursaspor'unu izlemek için tribünlerdeki yerimizi almıştık. Tam önümde dönemin yıldızı Elvir Baliç ısınıyordu. Aniden “Baliç!” diye bağırdığımı ve onun ısınmayı bırakıp yanıma geldiğini hatırlıyorum. İki dakikalık muhabbet, çektirilen bir fotoğraf ve ''0'' km bir Bursaspor taraftarı olarak ayrılmıştım o gün stadyumdan.

Bursaspor taraftarlığım baki kaldı ama en sevdiğim futbolcu her zaman Lefter oldu. Üniversite’de okuduğum yıllarda, bir öğleden sonra, kimseye haber vermeden Büyükada vapuruna bindim. Amacım, Lefter’i bulmak ve onunla futbol konuşmaktı; sadece futbol. Adaya ayak bastığımda, elimle koymuş gibi buldum; bahçesindeki çiçeklerle uğraşan Lefter’i. Onunla bir fotoğraf çektirmek ve sadece futbol konuşmak istediğimi söyledim. Beni evine buyur etti; iki saat, sadece futbol konuştuk. Yüzlerce fotoğrafta gizlenmiş anıları teker teker anlattı bana. Evden, hâlâ Bursaspor taraftarı ama Lefter hayranı bir futbolsever olarak ayrıldım.

Sporda “idol” yaratmak önemlidir. Çünkü tesis yeterliliği kadar, örnek alınabilecek, hayran olunabilecek sporcular da gereklidir; gelişimi sağlamak için. İsveç’e tenisi Bjorn Borg; ABD’ye bisikleti Lance Armstrong sevdirmiştir. Hâlâ bütün Fenerbahçeliler, “Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler!” diye tempo tutuyor; konu Galatasaray’a geldi mi, Metin Oktay baş tacı ediliyor. Beşiktaş Hakkı Yeten, Süleyman Seba; Trabzonspor Şenol Güneş, Özkan Sümer’siz düşünülemiyor. Çünkü her idol, peşinden spora aşık yeni nesiller yetiştiriyor.

Bence Türk futbolunun günümüzdeki en büyük problemi, idol yaratamıyor olmasıdır. Kimse, teknik yeterlilikten, atılan çalımlardan bahsetmesin. Misal, sokaktaki çocuğun son 15 yılda Türk futbolundan örnek alacağı oyuncu kimdir? Yeni yetişen nesil, hayranı olduğu futbolcuları, maç sonrası demeçleri hariç nerelerde görebiliyor; nerede dokunabiliyor onlara, nerede kendilerinden bir parça buluyor?

Emre, sahada rakibine, “Boğazını keserim!” hareketi yapıyor. Selçuk hakeme arkadan çelme takıyor. Zaten tüm futbolcuların öncelikli tercihleri Fenerbahçe’nin kendi yayın organları; başka yerlere konuşmalarına izin bile verilmiyor. Gerçek futbolseverlerin onlara dokunması engelleniyor. Arda, her gün manşetlerde ama attığı çalımlarla değil, yarattığı sansasyonlarla gündeme geliyor. Kaptanlığını yaptığı camiayla, bir çorbacı açılışı yüzünden bile karşı karşıya gelebiliyor. Tribünler yangın yeri. Binlerce insan, kolluk kuvvetlerinin gözü önünde birbirine giriyor. Küfür zaten standart tezahürat hâlini almış. İnsanlar, statlara gelmekten korkuyor. Medyanın bir bölümü bu gerilimi körükleyip, bol reytingli programlarını bir sonraki yayın dönemine taşımaya çalışıyor...

Pasta büyüyor ama Türk futbolu günden güne kan kaybediyor. Çünkü medyada atılan “şişirme” manşetlerin aksine, Türk futbolu idol yaratamıyor. Bu yüzden haftasonları milyonlarca futolsever, Avrupa liglerinden yayımlanan maçlar için ekran başına geçiyor. Messi’nin temiz futbolundan, Iniesta’nın araya attığı toplardan, Mesut’tan, Gerard’dan, Rooney’den, Robinho’dan çok daha fazla zevk alıyor çünkü. Bugün Anadolu şehirlerinin sokak aralarında, çocuklar sırtlarına artık yabancı futbolcuların formalarını geçiriyorsa, o işte küreselleşme haricinde başka bir terslik var demektir. Aynı çocukların abileri Hakan Şükür formaları giymişken...

Çok merak ediyorum acaba bugün manşetlerden inmeyen kaç futbolcumuz, bir çocuğun kalbini çalacak sempatiyi yaratabiliyor? Bundan 50 yıl sonra hangisinin ayağına bir üniversiteli genç, sadece ve sadece futbol konuşmak için gidecek; o bahçesinde çiçekleriyle uğraşırken... Hangisi Metin Oktay olabilecek ya da Lefter; işte budur futbolumuzun asıl meselesi...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Hoşçakal.!

FIFA Puskás Award

The Best Goal of the Year 2010 (The FIFA Puskás Award)


İlk kez FIFA Ballon d'Or ödül töreninde bizden birinin,bir Türk'ün ödül alması da güzeldi...

FIFA 2010'un en iyileri / 6

FIFA Ballon d’Or



Ortada bir ödül varsa adaylar her daim tartışılır. "Şu neden yoktu, bu neden yoktu?" denir. NBA All-Star seçimlerinde de bu karışıklık her zaman yaşanır, hatta All-Star Snub diye takımlar da kurulur ancak FIFA Ballon d'Or ödüllerindeki gibi bir küçümseme, görmezden gelme bu düzeydeki hiçbir ödülde görülmedi. Inter'e gelir gelmez takımın liderliğini alan, takıma tarihinin en iyi sezonunu yaşatan, Şampiyonlar Ligi, Serie A ve İtalya Kupası şampiyonluğu gören Wesley Sneijder'in adaylar arasına dahi girememesinin mantıklı bir izahı yok. Bu oyuncunun 1978'den bu yana Dünya Kupası finali görememiş Hollanda'yı 2010 finallerine taşıdğını düşünürsek hele. Bir Rajon Rondo, bir Chris Paul'ün, bir Steve Nash'in All-Star olamamasından farksız bir seçim.


Burada ortaya çıkan tek sorun başarılı bir oyuncunun değil, bir ligin diğerlerine daha üstün görülmesi sendromu da mevcut. Zaten bu ödülün tarihi boyunca İspanya'da öne çıkan oyuncuların her daim avantajlı olduğu bilinse de Şampiyonlar Ligi finaline takım çıkaramamış, önceki sezonlara göre geride kalmış ve büyük ölçüde iki takıma mahkum olmuş La Liga'nın 23 kişilik ön aday listesine 12 temsilciyle yer almasının anlamı şu: İspanya>Diğer Avrupa Ligleri. Özellikle İngiltere, Almanya ve İtalya gibi önde gelen diğer ülkelerde kazanılan başarıların önemsenmediği, hatta biraz daha abartırsak Şampiyonlar Ligi'nin dahi kaale alınmadığı bu ödülün yetkinliği de bu noktada sorgulanıyor, "Neye göre, kime göre" sorusu akıllara geliyor.

Herhangi bir oyuncu dünyanın en büyük iki futbol turnuvası olarak kabul edilen Dünya Kupası ve Şampiyonlar Ligi'nin ikisinde de final görüyor ve takımında başrol oynuyorsa, hatta bunlardan birini 40 yıldır hiç bu zafere ulaşmamış takımını sırtlayarak yapıyorsa usülen de olsa ilk üçe alınması gerekmez mi?Barcelona'nın oynadığı başarılı futbolu herkes takdir etse de dünyanın kalanını bir kenara atıp bütün adayları Barcelona'dan seçmek ne kadar gerçekçi?

Liginde en yakın rakibinden üç puan üstte bitiren, Devler Ligi'nde Sneijder'in takımına iki maçlı bir elemede boyun eğen Barcelona'nın harika futbolu zaten takdir görmekle birlikte bunun tezahürünün üç adaylıktan üçünü de götürmek olması tüm futbolseverlerin tepkisini çekti. Hatta UEFA'nın en prestijli organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun kaale alınmamasının FIFA'nın Avrupa'ya verdiği bir mesaj olarak da görülebilir. İtalya Kupası, İtalya Ligi ve Şampiyonlar Ligi'nde 'kazandıran' gollerin sahibi Diego Milito'nun da mı hiç hatrı yoktu?

Şampiyonlar Ligi mi önemli, Dünya Kupası mı, yoksa La Liga mı?

11 Ocak 2011 Salı

Perelman denklemi…


bu adamlardan sakallı olanı bir rus matematikçi: grigoriy perelman… dünyanın en önemli 7 probleminden biri sayılan poincaire varsayımı’nı çözdü… kendisine 1 milyon dolar ödül teklif edildi… reddetti… annesiyle birlikte yaşıyor… bir masası, bir sandalyesi ve kirli bir yatağı varmış… komşuları, onun evine sığındıkları için hamamböceklerinin kökünü kurutamadıklarından yakınıyor… opera ve yürüyüş tutkunu… 44 yaşında.

kabak kafalı olan ise ronald perelman… amerikalı bir yatırımcı… zor durumdaki şirketleri satın alıp sağını solunu yamadıktan sonra yüksek karlarla satmasıyla tanınıyor… bir nevi akbaba… bu şirketler arasında meşhur marvel comics de var… hayırsever de bi abimiz lakin… hayır işlerine son 10 yılda 200 milyon dolar bağışlamış… öte yandan fox tv tarafından büyük bir vatansever olarak nitelenmesine vesile olan yardımlar da yapıyor… 67 yaşında.

bu iki adamın yüzüne ve yüzlerindeki ifadeye baktığımda hayatla ilgili çetin bir denklemi çözecek gibi oluyorum sanki… paylaşmak istedim

saygılar...